Şifayı Mabedinin Sırrı

Şifayı Mabedinin Sırrı

Trak Mabedi
17Aralık

Sevgili okurlarım;

Hatırlayacağınız üzere; geçen yazılarımda;, Bulgaristan gezimiz sırasında ünlü kahin Baba Vanga’nın evini ziyaretimi anlatmış, bu mistik ziyaretle ilgili gezi notlarımı sizlere elimden geldiğince aktarmaya çalışmıştım.

Bu kez Bulgaristan’daki yolculuğumuzun son durağı olan Baba Julia (Havva Nine) mabedini ziyaretimi ve oradaki izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.

Baba julia kimdir, yazıyı okudukça anlayacaksınız.

Tarih; 24 Ocak 2018, Çarşamba. Yer; Bulgaristan’ın Sadanski kasabası. Kasabanın şirin otellerinden birinde geceledik.

Baba Vanga’nın evi ve kilisesini ziyaretten şaşkın şekilde otelimize geri dönmüş; akşam yemeğini yerken Baba Vanga ziyaretmizdeki izlenimlerimizi gruptaki arkadaşlarımızla değerlendirmeye çalışmıştık. Ardından ertesi gün yapacağımız ziyarete dinlenmiş şekilde gitmek üzere odalarımıza çekilmiştik.

Bugün gözlerimi bulutlu bir sabaha açtım. Daha önceden planladığımız şekilde Baba Julia’yı ziyarete gidecek olmamın merakıyla üzerimi giyinip, grubumuzla kahvaltı yapmak üzere, otelin lobisine indim.

Şen şakrak sohbetle kahvaltımızı bitirdik. Ardından hep birlikte aracımıza binerek gezimizin son durağı olan Kribul köyüne doğru yola çıktık.

Planımız köye vardığımızda Havva Nine’yi (Baba Julia) oturduğu evden alarak ritüeli yapacağı mabede götürmekti.

Yaklaşık üç saat süren yolculuktan sonra Baba Julia’nın köyüne vardık. Aracımızdan indiğimizde etrafta hiç kimse yoktu. Kendimi bomboş bir köyün içinde hissettim.

Etrafıma acaba Baba Julia’nın evi neresi diye bakındığım sırada, gezimizin rehberliğini üstlenen Renan Hanım yola artık mevcut aracımızla devam edemeyeceğimizi söyledi.

“Neden?” diye sorduğumuzda aracımızın dağ yolunda gitmeye uygun olmadığını belirtti. Ardından bizlere beklememizi söyleyerek 4x4 araç bulmak üzere yanımızdan ayrıldı. Beklerken köy yolundan aşağıdaki manzarayı izledik. Köy bir tepenin yamacındaydı. Ormanın içerisinden geçerek bu tepeye ulaşmıştık.

Çok geniş arazi üzerinde yayılmış orman, tablo gibi karşımızda duruyordu. Bir süre sonra, evlerinden çıkan bazı köy kadınları bize doğru geldiler.

İşin enteresan yani bu insanlar, Türk oldukları, bizim de Türk olduğumuzu anlamalarına rağmen Bulgarca konuşuyorlardı.

Yerlerini ve yurtlarını terk etmeyerek Bulgaristan’da yaşayan bu soydaşlarımız; yaşadıkları baskılarla birlikte dillerini unutmuşlardı. Artık Türkçe bilmiyorlardı.

İsimleri hükümet tarafından değiştirilmiş, şifacı ninemizin Havva olan adı da Julia olarak değişime uğramıştı. Yani bugün Baba Julia olarak ünlenen mabed aslında eski adıyla Havva Nine ocağı.
Bu düşüncelerle etrafı incelerken, birden gözüme bir tesis takıldı. Dikkatimi çeken tesis, yol kenarına inşa edilmiş, bizim köy kahvelerimizi andıran, ziyaretçilerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak 3-5 masalık küçücük dükkandı.

Burada insanlar hem oyun oynayabiliyor hem de aperatif şekilde açlıklarını giderebilecek, yiyecekler bulabiliyorlardı. Varlığımızı fark eden diğer insanlar da bahçelerine çıkıp tebessüm ederek bizlere el sallıyorlardı.

Soydaşımız olan bu insanlarla tek kelime konuşamıyor olmamız bizleri hayli üzmüştü. Ne onlar bizimle konuşabiliyor, ne de biz onlarla konuşabiliyorduk. Çünkü onlar artık bizim dilimizi bilmiyorlardı. Bu bana, asimilasyonun gerçekte ne büyük kültür cinayeti olduğunu idrak ettirmişti.
Rehberimiz Renan Hanım, bir süre sonra arazi araçlarıyla döndü ve Havva Nine’nin bizden önce gelen ziyaretçilerle Scribina Kadim Şifa Mabedi’ne gittiğini söyledi.

Hep birlikte araca binerek dev çam ağacı ormanları, buz tutmuş su birikintileri, güneşli ve güzel bir hava eşliğinde oldukça keyifli şekilde yol almaya başladık. Yolun yarısında bizden önce Scribina Kadim Şifa mabedine gidenleri ağırlayan Havva Nine’yle karşılaştık. Onu aracımıza alarak yolumuza devam ettik.

Yol araçla giderken dahi oldukça zor kat edilebiliyordu. Kendi kendime yıllardır buraya ritüel için gelen insanların bu yolları yürüyerek veya eşek sırtında katettiklerini düşündüm. Nedeni yolculuğun bana safari yapıyor hissi vermesiydi.

Yaklaşık yarım saatlik yolculuktan sonra geniş ormanlık alanın kenarında durduk. Etrafıma baktığımda oldukça ilginç manzarayla karşılaştım! Ormandaki birçok ağaç kıyafetlerle doluydu Ağaçların dallarına asılmış ve gövdelerine sarılmış kıyafetler 7’den 77’ye her yaştan her cinsten insana aitti.

İlk kez böyle bir manzarayla karşılaşmama rağmen, her ne hikmetse hiç yadırgamadım. Garip bir duyguyla bu ağaçları kabullendim. Yani hiç şaşırmadım.

Hepimiz sadece tek sıra halinde yürümemize imkan veren bir patika yol boyunca Havva Nine’yi takip ettik.

Birkaç dakika sonra bir düzlüğe geldik, etrafımızda kocaman giysili ağaçlar, tam karşımızda ise devasa kayanın üzerine yığılmış birkaç kocaman kaya vardı.

Kayalardan oluşan mabedin en az 10.000 yıllık olduğu idda ediliyordu. Havva Nine’nin ailesinden kadınlar ise anneden kıza bayrağı devralarak 200 yıldır bu ritüelin yürütücülüğünü yapıyorlardı.
Buraya gelmeden önce hazırladığımız un, tuz ve kırmızı ipi ritüel için Havva Nine’ye verdik. Sebebini daha sonra öğrenecektik. Havva Nine (Baba Julia) un ve tuzları alarak bir kenara koydu. İpleri bir dala asarak hazırlıklarını tamamladıktan sonra yapacaklarımızı anlattı.

Açıklamaları rehberimiz Renan Hanım, Türkçe’ye çevirdi. Havva Nine daha yüksekte bulunan kayayı işaret ederek anlattı. Kayanın önüne dayanmış el yapımı tahta merdivenden çıkarak delikten geçmemiz gerektiğini. sonra da kayanın üzerinde Havva Nine’nin bulunduğu yerden geçerek anne rahminden doğar izlenimi veren iki taşın arasındaki delikten sol yanımız üzerinde kayarak aşağıya inmemizi söyledi.

Hepimizin aklında aynı endişe vardı: O delikte sıkışıp kalmak! Hepimiz endişeli gözlerle birbirimize bakarak aynı soruyu sorarken şimdiye kadar kimsenin orada sıkışmadığını öğrendik. Bu bilgiyi edinmiş olmamız bizim psikolojik olarak rahatlamamızı sağladı.

Biz bu bilgileri edinirken 72 yaşındaki Havva Nine ayakta sabırla konuşmanın bitmesini bekliyordu.

Havva Nine ayakta durmak ve yürümek için kullandığı bastonu ile kayaya yaklaştı ve üç kez “Selamun Aleyküm, Selamun Aleyküm, Selamun Aleyküm” diyerek kapı çalar gibi kayanın üzerine vurdu.

Sonra şunları söyledi: “Eğer uyuyorsan uyan, dışarıdaysan toplan, sana misafirler getirdim”
Ardından 10 basamaklı merdivenden çıkarak ilk delikten eğilerek geçti.
Biz de sıra ile onu takip ettik.

Delikten geçtiğim sırada solumda Havva Nine’nin küçük çağlı bir ateş yakmış olduğunu gördüm. Ayağa kalktığımda 1 metre genişliğinde kayanın üzerindeydim. Tam karşımda uçsuz bucaksız ormanı görüyordum.

Fakat ayağımın ucuna baktığımda tam da dibi görünmeyen uçurumun kenarında olduğumu anladım.

Çok tuhaftır ki ne korku ne de ürperme hissettim. Hiçbir telaş belirtisi olmadan içerisinden kaymak üzere ikinci deliğin yanına gittim. Hemen ardından sola doğru vücudumu çevirerek ilk deliğin benzeri olan üstü kapalı bir kaydırağa benzeyen taşların arasından kaydım.

Mabedin (kayanın) içinden son geçişimiz sırasında kayanın üzerinde durarak sol omuzumuzun üzerinden 3 adet bozuk parayı (hangi ülkenin olduğu önem taşımamakta) “ana para, bana sağlık” diyerek attık ve delikten aşağıya son kez kaydık.

Şimdi aklınıza bu “sana para, bana sağlık” cümlesi hangi anlama geliyor diye merak edebilirsiniz, aslında parayı vererek, sağlık takasına niyet edilmiş olunuyor.

Şunu da ifade edeyim ki burada dilek dilemekten bahsetmiyorum. Ritüel tamamen şifa amaçlı yapılıyor.

Artık ritüelin son aşamasına gelmiştik.

Hastalıklarımızı temsilen kıyafetimizi ağaca bağladık ve şifa temennilerinde bulunduk. Bunu yaparak öğrendik ki ağaçlara asılan kıyafetler esasında hastalıkları temsil ediyorlarmış. İnsanlar da bu şekilde hastalıklarından kurtulmayı ümit ediyorlarmış.

Bu kıyafetlerin asla başkaları tarafından kullanılmadığını öğrendik ancak kıyafetlerin akıbetleriyle ile ilgili bilgiye ulaşamadık.

Rehberimiz Renan Hanım’ın sonradan anlattığına göre; mabedin koruyucu ruhu varmış (elemental ya da tılsım). Havva Nine, o ruhtan bize izin vermesi için ricada bulunmuş. Burayı ziyarete gelen insanlar, gelenek üzere adak olarak; tuz ve unları “Saybiya” adlı “dev karayılan” olarak tanımlanan mabedin ruhuna adak verirlermiş.

Saybiya herkesin ziyaretini kabul etmezmiş. Havva Nine herkes için bir ateş yakarmış. Yaktığı ateş söner ise bu karayılanın o kişiyi kabul etmediği anlamına gelirmiş.

Yaklaşık 3 saat kaldığımız ormandan ayrılırken bu giysili şifa ormanının nasıl saf ve güzel bir enerjiye sahip olduğunu adeta içimde hissetmemin yanı sıra tüm benliğimi de büyük bir huzur kapladı.

Ve kadim mabedin gölgesinde bulunmuş ziyaretçiler olarak Türkiye’ye dönmek için yola koyulduk.